Doğanın gücü açık ve nettir, çocuk her yaptığının bir sonucu olduğu gerçeği ile karşılaştıkça, bu güçle ilişkisini geliştirir. Doğa ile “mücadele” bir oyun gibidir...
Prof. Dr. Yankı Yazgan ile doğada zaman geçirmenin çocuklar üzerindeki etkisini, doğanın nasıl bir oyun alanı olduğunu, salgın sürecinde çocukların doğaya olan ihtiyacını konuştuk. Prof. Dr. Yankı Yazgan yazısında öğretmen ve aileler için önerilerini de paylaşıyor.
Sizce doğa ile çocuk arasında nasıl bir ilişki var?
Oyun, erken çocukluk döneminden başlayarak hareketlerin sonuçlarını görerek ve deneyimleyerek çocuklara öğrenme fırsatı sunar. Küçük çocukların koklama, işitme, dokunma, görme gibi duyularını kullanarak oynadığı oyunlarda beyin hücreleri en etkin bir şekilde uyarılır. Çünkü oyun bir ilişkiye dayalıdır. Oyun oynayamayan çocukların genel bilişsel gelişimlerinin, sosyal uyum becerilerinin ve koordinasyon / denge gibi fiziksel gelişim özelliklerinin etkilendiği de gösterilmiştir. Tüm bunların yanında doğa çocuğu geliştirici bir oyun alanıdır. Doğa belirsizlikleri ve kestirilemezlikleri ile riskler üzerine düşünmeyi, belirsizlikle barışık olmayı ve olası sonuçları düşünerek hareket etmeyi getirir. Her eylemin bir hatta birden çok sonucu olur, bu öznel müdahalelerle değiştirilemez. Doğanın gücü açık ve nettir, çocuk her yaptığının bir sonucu olduğu gerçeği ile karşılaştıkça, bu güçle ilişkisini geliştirir. Doğa ile “mücadele” bir oyun gibidir.
Doğal olan nedir? Evin dışına çıkabilmek, sokakta, bahçede, parkta yaşayarak öğrenmek, çocuk olma hakkını kullanmak, oynamak, keşfetmek, hayal kurmak, arkadaşlık etmek, annelerimizin en çok arzu ettiği güvenli ve mutlu geleceğin oluşmasının en doğal yolu. Bunu, içinde olduğumuz pandeminin, karantina, evde okul, evde iş getirdiği, çocukların doğanın içinde olma fırsatını hele kentlerde bulamadığı bir zamanda bu büyük bir hayal gibi gelebilir. Ancak çocukların bütün bunları yapmaya, bu temel ihtiyaçlarını karşılamaya hakları var. O zaman, her çocuk yaşayarak öğrenme ve gelişme hakkını, doğada kullanabilsin. Buna doğayla ilişki kurma hakkı diyelim... Çocuklarımızın güvenli, bağımsız ruhlu, yardımsever olmaları, başkalarını sevmeleri ve saymaları, başkaları tarafından sevilip sayılmalarını istemeyen var mı?
Bir yazınızda çocuklarda ve gençlerde bağımsızlık ve özgüven duygusunun oluşması için doğanın da öneminden bahsetmiştiniz. Sizce doğada zaman geçirmek çocukları nasıl etkiliyor? Doğanın, çocukların gelişimi üzerindeki etkileri neler?
Doğa yüzlerce km ötedeki bir orman olmayabilir; bazen balkondaki bir saksı da doğa olabilir. Çocukların açtığımız bir alanda keşif yapması, deneyim kazanması merak duygusunun dürtülmesi ve bu duyguyla öğrenme süreçlerinin gelişmesi bu etkiler arasında sayılabilir. İlişki kurmayı, ilişkiyi karşılıklı bir denge içinde götürmeyi ve bazen kendinizden vazgeçebilmeyi getiriyor. Dışarıda zaman geçirmeye imkân veren anaokulları genellikle akademik gelişim konusunda da ölçüyü kaçırmayan okullar oluyor. İlkokulda okula yeterince hazır olmadan gelen çocuklarda karşılaşılan önemli bir sorun ise genellikle ellerini kullanmakla ilgili oluyor, çünkü ellerini kullanarak çok az şey yapıyorlar. Bununla çokça ilişkilendirilen özellikler arasında sabırsızlık, tahammülsüzlük, çabuk gerginleşme, çabuk sıkılma sayılabilir. Oyalanmayı da öğrenememiş oluyorlar. Oyalanma deyince, basit ve sıradan bir şey gibi duyuluyor ama oyalanma kendinizi eğlendirmek için başkasına ihtiyacınız olmaması demek. Bunu 3-5 yaşlarında öğreniyor çocuklar. Anaokulunda bahçede geçen zaman, ellerle yapılan işler çocuklar için “oyalanma” becerisinin çekirdeği.
Doğa, çeşitlilik, canlılık ve cevaplamakta acele edilmeyen sorular sormayı teşvik edici bir ortam ve bir öğrenme deneyimi sunuyor. Kitap okuyan, doğa ya da oyun gibi beklenmedik olasılıkların çıktığı ortamlarda zaman geçiren çocuklar hayatta karşılarına çıkacak beklenmedik olaylara daha hazırlıklıdır. Başkalarının ve kendilerinin düşünce ve duygularını anlayabildikçe güçlenen sezgileriyle bilinmeyene ve belirsizliğe tahammülleri artar, hazır çözümlere razı olmamaya başlarlar. Çözümleri başkalarıyla beraber oluşturmayı öğrenmek, başkalarının ihtiyaçları ile kendimizinkileri bağdaştırmak, başkalarını yok etmeden ya da yok saymadan var olmayı öğrenmek için küçük adımları oyunla, kitapla, doğayla atabiliriz. Bağımsızlık ve özgüven duygusuna değer veren anne-babalar, eğitimciler bunu zaten böyle yapıyor. Çocukluktan başlayarak dışarıda, doğada geçirilen zaman, farklılıklarla karşılaşmayı, hayatın her zaman istediğimiz gibi olmayabileceğini ve buna nasıl uyum sağlayacağımızı, engelleri kabul etmeyi ve aşmayı öğrenmeyi mümkün kılıyor.
Doğadan korkarak büyüyen çocukların, yetişkinlik döneminde doğayla ilişkisi nasıl oluyor?
Doğadan korkarak büyüyen çocukların, yetişkinlik döneminde doğaya düşman bireylere dönüşmesi kolay oluyor. Yetişkinlerin doğayla olan ilişkisi, çocukluklarında doğayla ne kadar iç içe olduklarıyla doğru orantılı. Çocukların doğayla sağlıklı bir ilişki kurup, iç görü kazanabilmeleri için de doğal kaynakların yaşam alanlarının merkezinde, günlük aktivitelerinin içinde yer alması gerekiyor. Çocukların, hele en küçüklerin ekmek-su gibi ihtiyaç duyduğu doğa parçaları kentin içinde evlerin arasında olmalı. Yolculuk ile ulaşılan alanlar ancak bir turizm nesnesi olabilir. Çocukların doğayla sağlıklı bir ilişki kurması oyunlarında da doğayla ilişki içerisinde olmalarıyla mümkün. Yağmur çamur demeden doğanın tadına bakabilecekleri ve varabilecekleri parklarda, taş, toprak, su ve hava ile tanışıp oynayabilecekleri iddiasız, sade ve güvenli oyun alanlarında. O zaman doğa, bir market rafındaki doğal ürünler ya da tatillerde çılgın sporların yapıldığı sahne olmanın ötesinde yaşamın kendisi, hiç olmazsa, bir parçası olmaya başlar.
Çocukların doğayı severek ve saygı duyarak büyümesi konusunda öğretmenlerimize notlarınız olur mu?
Doğa eğitimi doğanın ve doğal unsurlar arasındaki ilişkilerin fark edilmesini sağlar. Doğadaki süreçleri, doğanın parçaları arasındaki ilişkileri kavramak, insan-doğa etkileşimini önemsemek gerekli. Küçük yaşlardan başlayarak sunulacak deneyimler bilgi ve becerinin ötesinde doğayla sevgiye ve bağlılığa dayalı bir ilişki sağlar.
Salgın sürecinde, çocuklarda ekran başında oturma süresinin uzaması, teknoloji bağımlılığı, obezite gibi, hareketsizlik gibi durumlar artmaya başladı, sizce bu sorunların azaltılmasında doğanın nasıl bir rolü var? Ailelere ve eğitimcilere neler önerirsiniz?
Çocukların, evin dışında özgürce oynuyor olmasının önemini net ve doğru biçimde kavrayan annelerin oranı 2007’de yapılan Singer araştırmasında ülkemizde %86 iken (dünyadaki en yüksek oran), Türkiye’deki çocukların evden dışarıda, parklarda, bahçelerde, sokakta oynama oranlarına baktığımızda gördüğümüz oran ise, çarpıcı biçimde düşük: %28 (dünyadaki en düşük oran, dünya ortalaması %60). “Çocuklar oynamalı, çok faydalı; ama bizimkiler değil.” anlamına gelen çelişkili bir sonuç. Peki, ama neden?
Çocuklarını kendi kaygıları sebebiyle evde tuttuklarını, “sokağa, dışarı salmadıklarını” söyleyen annelerin oranı dünyada %45, Türkiye’de %83. Annelerimize “Peki ama sizi tam olarak ne kaygılandırıyor ki, çocuklarınıza yararlı olduğunuza inandığınız halde, onları yaşayarak öğrenme hakkından yoksun bırakacak biçimde evde tutuyorsunuz, dışarı bırakamıyorsunuz?” diye tek tek sorulduğundaki yanıtlar, annelerin düşünüşlerini ve duygularını yansıtıyor: “Dışarısı güvenli değil.” (Türkiye %83, dünya %65), “Bir yerlerine bir şey olur.”, “Düşer bir taraflarını incitirler.” (Türkiye %75, dünya ortalaması %57), “(üşütür) Hasta olurlar.” (Türkiye %48, dünya ortalaması %31)…
Bu oranlar uzun süre sadece artıyordu. Pandemi dönemindeki değişiklikleri henüz yeterince araştıramadık. Ancak dışarıda olmak ile ilgili çelişkili duyguların daha da arttığını, bir yandan da doğada olmanın doğanın bir parçası olan salgınla başa çıkmanın bir aracı olduğunu görenlerin sayısının da giderek çoğaldığını söyleyebilirim.
Annelerin çoğu, çocuklarına her an bir zarar gelme olasılığını akıllarına getiriyorlar. Bu olasılıkları düşünme eğiliminin evrensel olduğunu, en çok gebelik ve doğumdan sonraki ilk birkaç yıl boyunca yoğun olduğunu gösteren sayısız araştırma var. Ancak ülkemizdeki annelerde bu kaygılar hiç hafiflemiyor. Annelerin çocukların yaşayarak, doğanın içinde öğrenmesinin önemine inanmalarına rağmen, çocuklarına zarar gelebileceği kaygısı ile çocuğu ev dışına, kendi haline bırakmaya içleri elvermiyor.
“Peki, çocuklara özgürce oynama, gelişme olanağı tanınsa, ne kazanmalarını beklersiniz?” diye sorsak: kendine güven (% 59; aynı beklenti oranı özgüven şampiyonu Amerikalılar için % 20). Sosyal anlamdaki gelişim, yardımlaşma, işbirliği ve arkadaşlık gibi beklentiler ise, daha arka planda kalıyor (ülkemizde % 38, Amerikalılarda % 60). Çocukların geleceğine dönük beklentileri (annelere) sorulduğunda ise, “daha güvenli” bir gelecek umduklarını söylemeleri de ruh hallerini yansıtıyor.
Türkçedeki (kendinden) emin olma ile emniyet, (öz) güvenli olma ile güvenlik kelimeleri arasında kurabildiğimiz ilişkileri, İngilizcedeki confidence ve safety (ya da security) kelimeleri arasında kuramadığımıza dikkatinizi çekmek isterim. Her lisan ait olduğu kültürün önceliklerini ve eğilimlerini yansıtır. Bilmiyorum, başlıca beklentileri olan güvenden annelerimizin anladıkları, altta kalmama, kendini ezdirmeme (gerekirse, başkasını ezme) gibi, klinik görüşmelerde olsun, toplum eğitim çalışmalarında olsun, çok sık dile getirilen, sonuçta yine güvenlikle ilgili bazı davranışlar mı? Güvenliğin olmadığı yerde, güven hissinin gelişmesi de mümkün değil.
Tüm dünyada çocukların açık havada oyun oynama süreleri giderek azalıyor ve oyun alışkanlıklarındaki dengesizlik artıyor. Modern hayatın baskıları nedeniyle ebeveynlerin yarısı dışarıda oynayan çocuklarını gözetmek ya da onlarla beraber dışarıda oyun oynamak için az zamanları olduğunu ya da hiç zamanları olmadığını belirtiyor. Türkiye’de ebeveynlerin yarısı yaşadıkları toplulukta çocuklarının güvenli bir şekilde oynamaları için uygun alanlar bulunmadığını belirtiyor.
Oyun oynama alışkanlıklarındaki dengesizlikte etkin olan üç temel engel var: anne babaların aşırı kontrolcü yaklaşımı, çocukların ekranlara olan aşırı ilgisi ve çocukların gündelik programlarının giderek yoğunlaşması. Çocukların gelişim dönemlerinde ihtiyaç duydukları oyun ve faaliyetler hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan ebeveynler, bilgi eksiklikleri nedeniyle risk almamak için kontrolcü davranıp ev ortamını çocuklar için daha güvenli bulabiliyor. Ev, onlar için dışarıda yaşanabilecek kazalara, soğuğa, sıcağa ve daha pek çok riske karşı bir kale. Ancak bu kale de yeterli uyaran olmadığı gibi çocukların karşılaşması gereken zorluklardan paylarına düşen dersleri alma şansı da yok. O yüzden ailelerin çocuklarının oyunlarına ve aktivitelerine doğrudan müdahil olmadan ama elbette güvenliklerini gözeterek çocuklarına yaparak, yaşayıp anlamlandırarak, deneyimleyerek öğrenme fırsatı tanımaları gerekiyor.
Dijital dünyaya doğan bir nesil yetiştirdiğimiz gerçeğini kabullenmeliyiz. Çocukların dijital teknolojiyle iç içe büyümesine karşı çıkmak hayatın akışına aykırı. Burada dikkat edilmesi gereken, teknolojiyi ve ekranları çocuk bakıcısı olarak ya da ilişkiyi, sahici deneyimi engelleyici biçimde kullanmamak. Ekran ile ilişki artıp, ekran hem bir oyun yeri ve hem de oyun arkadaşı haline gelince oyun dengesizliği karşımıza çıkıyor. Ebeveynlere düşen sorumluluk içeride ve açık alanda oynanan oyunlar ile ekran başında ve ekran dışında oynanan oyunlar arasında bir zaman dengesi kurabilmeleri için çocuklarına rehber olmak.
Çocukların hayatında akademik ya da spor faaliyetleri gibi tanımlı çerçeveleri olan aktiviteler ile serbest oldukları aktiviteler arasında bir denge olması gerekiyor. Çünkü çocuklar serbestçe deneyimleyebildikleri, kurallarla sınırlandırılmadıkları, keşfetmenin kendilerine kaldığı aktivitelerle öz yönetimlerini geliştirebiliyorlar. Problem çözme, karar verme, planlama, düşünce ve duygularını fark etme ve duruma uygun biçimde kontrol etme yetenekleri serbest olduklarında daha etkili bir gelişim gösteriyorlar.