İnsanın yeryüzünün sade bir vatandaşı olduğu anlayışıyla, bizim dışımızdaki tüm insanların ve canlı cansız öğelerin yaşam hakkını kabul etmemiz önemli. Yeryüzünde tek başımıza yaşamıyoruz. Yaşam hakkına sahip tek canlı biz değiliz. Yeryüzü 3,8 milyar yıldır yaşamı barındırıyor. Bu gezegeni milyonlarca canlıyla paylaşıyoruz. En iyi TEMA’lılar bilir, cansız olarak öğretilen toprak da canlıdır. Canlı-cansız her şey, herkes birbirine bağlıdır.
Eğitim Reformu Girişimi Eğitim Gözlemevi Koordinatörü Burcu Meltem Arık Akyüz ile dünyadaşlığın kapsamı, yeryüzüyle birlikte öğrenme ile biyomimikri kavramı, iklim değişikliği eğitimi konusunda ülkemizde atılan adımların değerlendirilmesi ve oyunu öğrenme süreçlerine daha fazla dahil edebilmenin yollarını konuştuk.
“Dünyadaşlık” ile başlamak istiyoruz. 19. Eğitimde İyi Örnekler Konferansında gezegenimizle ve birbirimizle kurduğumuz bağları birlikte tekrar düşünmeye davet ettiniz. Sizce dünyadaşlık kısaca nedir ve neden böyle bir görüşe ihtiyacımız olabilir?
Dünyadaşlık, kendimizle, diğer insanlarla, bizden farklı olan topluluklarla, yeryüzünün canlı cansız tüm öğeleriyle bir arada yaşama niyeti ve eylemidir. Bizleri, gezegenimizle ve birbirimizle kurduğumuz bağları tekrar düşünmeye ve bu bağların güçlenmesine davet etmeyi amaçlıyor. Bugün içinde bulunduğumuz çoklu krizler -ekonomik, ekolojik ve sosyal- bizi hem diğer insan topluluklarıyla hem de yeryüzünün tüm öğeleriyle birlikte yaşamaya yönlendiriyor. İnsanın yeryüzünün sade bir vatandaşı olduğu anlayışıyla, bizim dışımızdaki tüm insanların ve canlı cansız öğelerin yaşam hakkını kabul etmemiz önemli. Yeryüzünde tek başımıza yaşamıyoruz. Yaşam hakkına sahip tek canlı biz değiliz. Yeryüzü 3,8 milyar yıldır yaşamı barındırıyor. Bu gezegeni milyonlarca canlıyla paylaşıyoruz. En iyi TEMA’lılar bilir, cansız olarak öğretilen toprak da canlıdır. Canlı-cansız her şey, herkes birbirine bağlıdır. Bugün insan olmanın anlamını samimiyetle sorgulamamız gerektiğine inanıyorum. Bunu yaptığımızda, vardığımız yerin dünyadaşlık olacağını düşünüyorum. Bu tabii ki, kendimizi hem bireysel olarak hem de içinde bulunduğumuz topluluğun ve ayrıca insanlığın bir üyesi olarak sorgulamamızı gerektiriyor. "Öteki" olarak gördüklerimiz var. Bu bazılarımız için diğer canlılar, bazılarımız için ise bizden farklı olan insan toplulukları olabilir. Bu farklılıkların bizi ayrıştırmasına izin vermemeli ve yeryüzünün tüm sakinleriyle sürdürülebilir bir yaşam için dayanışmalıyız. Dünyadaşlık bunu gerektirir.
Krizler çağındayız, eğitimi belki de en çok konuşmamız gereken de bir süreç… Eğitim politikaları konusunda yoğun emek veriyorsunuz. Biz de şimdi işin kalbinden, bir okulun içinden bakarsak sizce öğretmenlerin gündeminde öncelikli olarak neler olmalı?
Öğretmenlerin gündeminde öncelikli olarak neler olmalı sorusundan ziyade, bir toplumun tüm üyelerinin öğretmenleri önceliklendirilmesi önemli diye düşünüyorum. Uzunca bir süredir hangi sorun olursa olsun, bu sorunun çözümü eğitime; burada da öğretmenin sırtına yükleniyor. Oysa öğretmenin esenliği son derece önemli; dolayısıyla öğretmenlerin esenliği için çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Eş zamanlı olarak da, okulun içinden bakarsak, hem öğretmenlerin hem de okul yöneticilerin okullarını kendine yeterli bir ekosistem olarak tasarlamaları ve bunun için harekete geçmeleri önemli olacaktır. Burada, teorik bilgilerin yanı sıra, örneğin doğanın nasıl işlediği, nasıl daha sürdürülebilir bir yaşam sürebileceği gibi, okulun enerji, arıtma, gıda sistemlerinin, tüketimi türetime dönüştürecek yaklaşımla dönüştürülmesi esas olmalıdır. Buna daha somut bir örnek vermek gerekirse, güneş panellerinden bahsedebilirim sanırım. Bazı okullarda güneş panelleri kurulmaya başlandı ve çocuklara bunlar anlatıldı. Ancak, kurulmadan önce güneşin yaşamı nasıl oluşturduğunun, yenilenebilir enerjinin, güneş panellerinin nasıl hazırlanıp nasıl kurulabileceğinin öğretilmesi, pratik yapılması, okulun tüm üyelerinin öğrendikleri bu bilgiyi deneyime dayalı bir şekilde kendi topluluklarında da hayata geçirebilmelerini sağlayacaktır. Bir de, okulun yaşamdan, kentten ve içinde bulunduğu coğrafyadan kopukluğuna çözüm bulunması önemli olacaktır. Bu da tabii ki tek başına öğretmenlerin değil, aslında bu konuda yükümlü olan karar vericilerin sorumluluğundadır. Bu sorumluluk elbette öğretmenlere danışılmadan, öğretmenlerin ve öğrencilerin katılımları dikkate alınmadan yapılmamalıdır.
“Ekoloji Bir Arada Yaşamın Geleceği” isimli kitapta yazdığınız bölümde biyomimikri yaklaşımını “bir arada iyi yaşam”, “yeryüzüyle (birlikte) öğrenme” ve “örmek” ifadelerinden destek alarak açıklıyorsunuz. Bize de kısaca özetler misiniz, biyomimikri bize neyi öğretir?
Biyomimikri yaklaşımını anlamak için "bir arada iyi yaşam", "yeryüzüyle (birlikte) öğrenme" ve "örmek" kavramlarından faydalanmaktan bahsettiğim bir yazı bahsettiğiniz. "Bir arada iyi yaşam", farklı insan topluluklarının, insan olmayan varlıkların ve canlı/cansız unsurların uyum içinde bir arada yaşamasını ifade ediyor. Aldo Leopold'un "iyi yaşam" tanımı, biyotik topluluğun bütünlüğünü, dengesini ve güzelliğini korumayı içerir. Bu, insanların eylemlerinin biyotik topluluğu gözetmesini gerektirir. Ayrıca, topluluk sadece insanları değil, karaları, suları, bitki ve hayvanları da kapsar. "Yeryüzüyle (birlikte) öğrenme", insanın yeryüzünün bir parçası olduğu bilincini vurgular. Bu tür öğrenme, insanları yoldaş türler olarak görür ve gezegenimizdeki canlıların deneyimlerinden öğrenmeyi teşvik eder. "Örmek" ise yaşanabilir dünyaları birlikte inşa etmeyi ifade eder. Bu inşa süreci, tek bir ideal dünya yerine çeşitliliği ve çokkültürlülüğü destekler. Bu yaklaşım, rizomik bir yapıya sahiptir ve çok merkezlidir. Antropologlar Marisol de la Cadena ve Mario Blaser, John Law'un "Tek-Dünya Dünyası" kavramını ele alarak, bu tek dünya anlayışının diğer dünyaları yok sayan bir yaklaşım olduğunu belirtirler. Özetle, biyomimikri, canlıları örnek alarak ve yoldaş türlerin deneyimlerinden öğrenerek bilgiyi kullanır. Bu yaklaşım, yaşamın doğasını taklit etmeyi amaçlar. Ancak düz bir taklitten bahsetmiyoruz. Etik bir yaklaşımla, biyotik topluluğun bütünlüğünü, dengesini ve güzelliğini koruyarak yapılmalı. Modern toplumların parçalı ve indirgemeci eğilimleri, gezegenin bütünlüğünü ve bağlantısını anlamayı zorlaştırabilir. Biyomimikriyi daha iyi anlamak için kök unsur olarak adlandırılan “benzetim” (taklit), “etik değerler” (ethos) ve “(yeniden) bağlantılanma”yı anlamak yararlı olur. Biyomimikri, ancak bu üç unsur bir arada olduğunda kabul gören bir yaklaşımdır. Aksi durumda düz bir taklitten öteye geçilmiyor.
Biyomimikri, canlıları yoldaş olarak görmeyi ve yoldaş türlerin zamanla sınanmış, deneme-yanılma sonucunda ortaya çıkmış, bulundukları çevreye uyarlanmış bilgi ve deneyiminden öğrenmeyi içerir. Bu yaklaşımın bir kavram ve disiplin olarak yaygınlaşmasını sağlayan biyolog Janine Benyus biyomimikri için “yaşamın dehasının bilinçli öykünmesi” tanımını kullanır.
Ülkemizde ve uluslararası düzeyde iklim değişikliği eğitimi konusunu yakından takip ediyorsunuz. Son yıllardaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Ülkemizde iklim değişikliği eğitimi hakkında sizce nelere öncelik verilmeli?
İklim değişikliği, ülkemizde ağırlıklı olarak teorik iklim eğitimi üzerinden ilerliyor, maalesef. Herhangi bir bölgenin iklim değişikliğinden kısa, orta ve uzun dönemde nasıl etkileneceğinin açıkça ve şeffaf bir şekilde paylaşılması önemli olacaktır. Buna göre de, il, bölge ve ülke genelinde eylem planları yapılmalıdır. Bu eylem planları doğrultusunda, okullarda iklim değişikliği eğitimi bulunan bölgeye özgü şekilde geliştirilmelidir. Bu geliştirme sürecinde, öğretmenlerin, öğrencilerin, ebeveynlerin ve o bölgede bulunan diğer ilgili paydaşların etkin ve anlamlı katılımı sağlanmalıdır. Ülkemiz, krizden en çok etkilenen bölgeler arasında yer alıyor ve bu etkilenmenin birçok boyutu var. Bazı yerlerde seller, bazı yerlerde kuraklık, bazı yerlerde başka türlü sorunlarla karşılaşacağımız bilim insanları tarafından ifade ediliyor. Dolayısıyla, iklim değişikliği eğitimi neye öncelik verilmeli sorusuna yanıtı her bölge için farklı görüyorum. Merkezi sistemler ve merkezi yaklaşımlar, salgında da gördüğümüz üzere, bizi daha kırılgan yapacaktır. Bu nedenle, farklılaşmış iklim değişikliği eğitimleri önemli olacaktır, ancak bunu yapabilmek için de, tabii ki, eğitimin paydaşlarının hazır bulunuşluğu da sağlanmalıdır.
Sizce çeşitli çevresel krizlerle karşılaşan çocukların ve gençlerin, gelecekte doğayla daha uyumlu yaşayabilmeleri, ekolojik okuryazar bireyler olabilmeleri için onları nasıl desteklemeli, hangi becerileri geliştirmelerine olanak yaratmalıyız?
Bu, benim en zorlandığım sorulardan biri. Çünkü çocuklar ve gençler denildiğinde sürekli olarak geleceğe atıfta bulunuluyor. Oysa bugün önemli. Çocuklar bu gezegende yaşayan ve bizlerle, yani yetişkinlerle, eşit haklara sahip hatta bizden daha farklı özel haklara sahip bireylerdir. Çocuklar ve gençlerin uyumlu bir şekilde yaşayabilmeleri için, şu anda karar alma süreçlerinde bulunan yetişkinlerin değişmesi ve dönüşmesi gerekiyor. Çocukların katılım hakkı, söz hakkı, yaşam hakkı önceliklendirilmelidir. Herhangi bir okuryazarlığın öncülü, çocuk haklarının kabulüdür. Haklarının kabul edilmesi, hak özneleri olduklarının farkındalığı son derece önemlidir. Ben, bu sorunun çocuklar ve gençlerin ne bildikleri, hangi becerilere sahip oldukları anlaşılarak ve beklentileri öğrenilerek yanıtlanması gerektiğini düşünüyorum. Elbette ki, herhangi bir ölçekte, mahalle, kent, okul, ülke ölçeğinde doğaya alan açan, doğayla karşılaşmalarını sağlayan, doğadan öğrenmelerini sağlayan sistemlerin kurulması çok önemlidir. Onlara, en temelde haklarını sayarak, haklarını korumaları için onlara buna yönelik bilgi ve beceriler verilmesini sağlayarak yardımcı olabiliriz.
Doğa Oyunları Evinin kurucularından birisiniz. Doğa ile oyunu yan yana koyduğumuzda sizin için neler ifade ediyor? Oyunu öğrenme süreçlerine daha fazla dâhil edebilmenin yolları neler olabilir?
Ben doğayı çok seven bir insanım ve bunun nedenini düşündüğüm zaman çocukluğuma gittiğimi fark ettim. Doğayı öğrenmeden önce, doğayla oyun arkadaşlığı yapmış olduğumu anladım. Bir çınarın çınar olduğunu öğrenmeden önce ona sarıldım, onun dallarındaki salıncakta sallandım, onun üstüne çıktım, sürekli gözlemledim, onu bir komşu olarak gördüm. Canlıları samimiyetle, bir insanı tanır gibi tanımaya çalışmak kıymetlidir diye düşünüyorum. Bu nedenle, yaşamımın bir noktasından sonra, doğayı öğretmekten ziyade, doğayla oyun arkadaşlığını teşvik eden çalışmalara ve programlara ağırlık verdim. Tabii ki, bu, doğayı öğreten, doğayla yakınlaşmayı sağlayan programları değersizleştirme anlamına gelmemeli. Ancak, oyunla daha etkili bir ilişki kurabildiğimi deneyimledim ve bu deneyimimi olabildiğince paylaşmaya çalışıyorum. Oyunu öğrenme süreçlerine daha fazla dahil edebilmenin yolu, bence, çocukları izlemek ve içimizdeki çocuğu çıkarabilmektir. Çünkü oyun sadece çocuklar için değildir, hepimiz içindir. Oyunla öğreniyor insan. Oyunu ve neşeyi hayatımıza tekrar getirebilmenin birçok yolu olabilir. Ben daha çok çocukların merakını izliyorum, onların doğada geçirdikleri vakitte neleri merak ettikleri, nelerle ilgilendiklerine bakıyorum. Onlara öğretmiyor, onlardan öğreniyorum.